HER AİLE ÇOCUĞUNUN ÖZGÜVENİNİN YÜKSEK OLMASINI İSTER. KENDİ DEĞERİNİ BİLEN, KENDİNİ SEVEN, SORUMLULUK DUYGUSU OLAN VE BUNU YAPARKEN ÇEVRESİNDEKİLERE DE DEĞER VEREN ÇOCUKLAR YETİŞTİRMENİN YOLUNU, MEDİCANA INTERNATİONAL HASTANESİ’NDE ÇOCUKLARLA VE GENÇLERLE ÇALIŞAN UZMAN PSİKOLOG VE PEDAGOG REYHAN ATEŞ YÜCEL’DEN DİNLEDİK…
İlk olarak tanımlama ile başlayalım. “Özgüveni yüksek çocuk” dediğimizde anlamamız gereken tam olarak nedir?
Özgüven bir kavramdır, duygudur ve kendini davranışlarla gösterir. Özgüven, kişinin kendi değerini bilme, kendisine saygıyla, sevgiyle ve dürüst bir şekilde davranabilme yeteneği olarak tanımlanabilir. Bu özelliklere sahip bir çocuk dürüst, sorumluluk bilinci gelişkin, şefkat duygusuna sahip; sevgi duyan, sevgisini gösterebilen ve yaptığı işte yeterli olabilen biridir. Özgüveni yüksek bir çocuk kendi yeterliliğine güvenebilir. Kendi kararlarını yine kendisinin verebileceğini bilir ancak yine de başkalarından çekinmeden yardım isteyebilir. Kendi değerini bildiği gibi başkalarının değerini de bilir, farklılıklara saygı duyabilir. Özgüveni yüksek bireyler esnek bir düşünce yapısına sahiptirler. Duyguların farkına varırlar ve akılcı hareket ederler.
Bir çocuğun özgüveni ne zaman gelişmeye başlar?
Özgüven öğrenilen bir kavramdır. Dolayısıyla doğumdan itibaren anne ve babanın çocuğa olan tüm davranışları, çocuk tarafından algılanır ve kaydedilir. Erken çocukluk dönemi (0-6 yaş) kişiliğin büyük ölçüde şekillendiği dönem olarak ele alınır. Kişilik gelişiminin insanın yaşamı boyunca süregeldiği kabul edilir. Ancak kişilik gelişmesi ve yapılanmasında temelin çocukluk döneminde atıldığı gerçeği geçerliliğini korur. Doğumdan ilk bir yıla kadar uzanan evrede, temel güven ve güvensizlik dönemi yaşanır. Bakım veren ebeveyn ile sağlıklı bağlılık ilişkileri kurabilen çocukların kendini daha olumlu algılayabildikleri düşünülür. Bağlanma bir süreçtir; bebeğinizin isteklerini ve ihtiyaçlarını anlayıp bunlara uyumlu cevap verdiğiniz her an bebeğinizle kurduğunuz bağın güçlenmesine katkı sağlar.
Dünyaya yeni gelen bebeğin kendini koruma deneyimi ya da özdeğeri
ile ilgili bir fikri yoktur; bebek,
özgüveninin gelişmesi için başka kişilerin davranışlarına ve hareketleriyle verdikleri mesajlara ihtiyaç duyar. Bebeğin temel ihtiyaçlarının karşılanması ile sevgi ve güven duygusu, benlik değerinin oluşmasında önemli etkilere sahiptir. Ebeveynin bebeğe dokunma şekli, ses tonu, gözlerindeki ifadeler, jest ve mimikleri, bebeğin ağlamaları karşısında verdikleri tepkiler özgüven kavramını oluşturur. Olumlu mesaj veren, çocuğunu dinleyen, tarafsız bakabilen ebeveynin çocuğu özgüvenli olmayı, kendini değerli hissetmeyi o andan itibaren öğrenir.
Tersinden soralım, çocukların özgüvenini zedeleyen ebeveyn davranışları nelerdir?
Her çocuğun kendini biricik ve değerli hissetmeye ihtiyacı var. Parmak izlerimiz nasıl farklı ise, kişiliğimiz ve kim olduğumuz da bu biricikliğin içindedir. Bu farklılığın gözetildiği, esnek bakıldığı, kurallar konulurken neden ve sonuçları konusunda çocuğun da bilgilendirildiği, hoşgörülü ve sağlıklı aile tutumu içinde büyüyen çocukların benlik değerleri de, özgüvenleri de yüksek olur. Aksi durumlar yaşanmıyor değil. Çok farklı anne-baba tutumları mümkün. Her birinin de çocuğun kişilik ve benlik değeri üzerinde farklı etkileri var. Örneğin kendilerine söz hakkı tanımayan, aşırı otoriter ailelerde büyüyen çocukların özgüvenleri düşük olabilir. Aynı şekilde aşırı koruyucu, mükemmeliyetçi, tutarsız anne ve baba tutumlarıyla büyüyen çocuklarda da özgüven eksikliği gözlenebilir. Aile içerisinde değersiz hissettirilen çocuklar başkaları tarafından da değersiz görülmeyi olağan görürler; hatta kimi zaman bunu beklerler. Sürekli en kötüsünü bekledikleri için de genelde kötü durumları kendilerine çekerler. “Kendini doğrulayan kehanetler” diyoruz buna. İrrasyonel ya da aksak düşünceler beraberinde gerçekçi olmayan duyguları ve davranışları da getirebilir.
Peki, ebeveynler olarak çocuklarımızı özgüvenli bir şekilde yetiştirmek için, onlara karşı ne gibi yapıcı davranışlarda bulunmalıyız?
Öncelikle hoşgörülü ve sağlıklı bir anne-baba tutumunu benimsememiz gerekir. Bu tutumu benimseyen aileler sevgiyi ve eğitimdeki disiplini dengeli bir şekilde barındıran ve çocuğun temel ihtiyaçlarını olumlu şekilde karşılayan ailelerdir. Tutarlı, esnek, kurallar konurken çocuğun da fikirlerinin alındığı, ceza yerine olumsuz pekiştirme kullanan, birbirine karşı açık bir aile yapısı söz konusudur. Doğruları ve yanlışları ile herkesin değerli gördüğü fikirleri vardır. Bu tür ailelerde yetişen çocuklar yapıcı, yaratıcı, özgüveni yüksek, sosyal ilişkilerinde başarılı ve davranışlarının sorumluluğunu alabilen bir kişilik geliştirirler.
Biraz da aile dışına çıkalım. Okul, arkadaş ortamı vb. alanlarda çocuğun maruz kaldığı olumsuz iletişim örnekleri ailenin kurmaya çalıştığı özgüveni nasıl etkiler?
Özgüveni yüksek olan bireylerin de kendilerini yetersiz hissettikleri dönemler elbette olabilir. Sorduğunuz soru tam da bununla ilgili. Bazen okulda bu türden davranışlarla karşılaşmak maalesef yaşanan bir durum. Ancak bu çocuklar okulda karşılaştıkları rahatsız edici durumlarda kendilerini değersiz olarak tanımlamazlar ya da o rahatsızlık duygusunu yaşamıyormuş gibi yapmazlar; kendilerini kınamazlar. Özgüveni yüksek çocuklar bu durumu güvendiği bir yetişkinle paylaşırlar, destek ararlar. O süreçte kendilerini yetersiz hissederler ama bunu hak etmediklerini de bilirler. Aile içinde bu konu hakkında önceden uyarılarda bulunmak, karşılaşabileceği sıkıntılar konusunda çocuğu haberdar etmek önemli. Yapılabilecekler evde beraberce gözden geçirilebilir. Ailede kendini güven içinde hisseden çocuklar, “zorba” davranışlara maruz kaldıklarında aileleri ile bu durumu rahatlıkla paylaşabilirler, güven duydukları bir yetişkinden rahatlıkla destek isteyebilirler.
Yetenekli olduğu alanlar kadar çocuğun ‘sınırlarını’ da bilmek aileye ve çocuğa ne kazandırır?
En önemlisi gerçekçi bir bakış açısı ve yaklaşım sağlar. Çocuk rahat bir nefes alabilir. Herkesin yapabileceği ve yapamayacağı şeyler vardır. Çocuğun potansiyelini desteklemeli, geliştirilebilecek alanları geliştirmesine yardımcı olmalıyız. Ama bu ikisinin dışına çıkarak çocuğa aşırı yüklemeler yapmak, onu zorlayıcı ortamlara maruz bırakmak daha fazla içe kapanmasına, kolay tolere edilebilecek durumlarla karşılaştığında korkuya kapılmasına hatta kaygı bozukluklarına kadar götürebilir.
Çocuğumuzu çok iyi tanımalıyız. İlgi ve yetenekleri konusunda onun da mutlaka söz sahibi olacağı yolu birlikte şekillendirmeliyiz. Yapabileceğine inandığı alanları desteklemeli, yapamayacağını düşündüğü konularda da zorlamamalıyız. Çocukların zihnine ne kaydederseniz yaşam boyu onu izlersiniz.
Peki, çocuğumuzu özgüveni yüksek bir birey olarak yetiştirmeye çalışırken, fazlasına kaçıp egosu yüksek hale getirmemiz de mümkün mü?
Dengeyi kurmanın yolu gerçekçi bir algıya sahip olmaktan geçer. Çocuklarımızın yapabileceği ve yapamayacağı şeyler konusunda objektif olmalıyız ve çocuklara kendi istek ve özlemlerimizi yüklememeliyiz. Sürekli övgü ile yetiştirilmiş, gerçekçi olmayan bir benlik algısına sahip çocuklarda uyum problemleri sıklıkla yaşanır. Şunu da unutmamak gerekir ki özgüven ile bencillik birbirinden farklı iki kavramdır. Kendi değerini bilen birey ile abartılı bir değer yüklenmiş birey arasında tabii ki farklılık olur. “Aşırı özgüven” belki de bu dengenin şaştığı noktada oluşur. “Ben senden daha iyiyim” duygusu, hem çocuğun bizzat kendine hem de çevresine zarar veren bir durumdur. Başkalarına söz hakkı tanımayan, hata yaptığını kabul edemeyen, hataları sonucu öfkeleri de beraberinde artan tutumlar gelişebilir.
Anne ve babalara altın öğütler
- “Çocuklarımızla konuşma şeklimiz onların iç sesini oluşturur” (The way we talk to our children becomes their inner voice) demiş Peccy O’Mara... Bu, çocuk yetiştirirken anne-babaların kendilerini iyi gözlemlemesi ve kontrol etmesi için güzel bir hatırlatmadır, zira sergilediğimiz her davranış, söylediğimiz her söz çocuklarımız için birer referanstır. Çocukların iç sesi ebeveynin davranışıdır. Başkaları ile bir araya geldiklerinde nasıl davranacaklarını, nasıl konuşacaklarını çocuklar evde anne-babadan öğrenmektedir.
- Erken çocukluk dönemi (0-6 yaş) kişiliğin büyük ölçüde şekillendiği dönem olarak ele alınmaktadır. Bu dönemde çocuk, sosyal bir birey olmayı öğrenirken, kişilik oluşumu açısından gerekli olan özdeşimi, anne-babasını model alarak yapar. Anne-babanın sözlerini, onların davranış kalıplarını kendine örnek alır. Yanlış bir şey yaptığında ebeveynin verdiği tepki, onun arkadaşları arasında yanlış yapan bir çocuğa vereceği tepkiye referanstır. Çatışma ve sorun çıktığında anne-babasından yanlış davranışa karşılık doğru alternatif davranışların sunulduğunu gören çocuk yine yaşıtları ile bir araya geldiğinde rahatsız olduğu durumlarda alternatifleri düşünme eğiliminde olacaktır.
- Çocuk, anne-baba arasındaki tüm süreçleri doğrudan gözlemektedir. Bildiği ve güvendiği, kendisine yakınlık gösterip sevgi duyan kişilerin her davranışı, çocuk tarafından mutlak doğru olarak kabul edilir. Kimi zaman kaygıyı, korkuyu da onlardan öğrenir. Çocuğunun agresif davranışları ile ilgili yardım almaya gelen ebeveynlerden birinin aynı türden davranışları gösterdiği gözlenebilmektedir.
- “Nasıl bir ailemiz var?” da önemli bir sorudur. Herkes etrafındakilere tepki verir. Mutlu bir ailede yetiştiğini düşünen kişilerin bedensel hareketleri ile sorunlu bir ailede yetişen bireylerin beden duruşları bile birbirinden farklı olabilir.
- Sağlıklı bir aile; benlik saygısı yüksek, iletişime açık, dürüst, toplumsal bağı kuvvetli bireylerin yetişmesinin ön koşullarından biridir. Geleceğin dünyasını değiştirecek olan şey tam da budur: Aklın, sorgulamanın, çeşitliliğin, hoşgörünün ve güzel davranışların yaygın olduğu ve değer olarak görüldüğü aileler, çocuklar ve toplumlar yaratmak…